Ankarayı sevme olgusu genelde olumsuzlamalar ile dile getirilir. "Deniz yoktur, caddeleri kordona çıkmaz, sokakları deniz kokmaz, gridir, memur kentidir yapacak bir şey yoktur, yazları kuraktır kışları soğuktur ama her şeye rağmen bizler Ankarayı severiz." ve benzeri cümleler kurulur. Bir diğer sevme sebebi ise unutulmayan anılar ve özellikle çocukluğun Ankara'da geçmesidir. Yani kimse Ankarayı taşı toprağı için sevmez. İnsanların görüşü İzmir'e karşı neyse Ankara'ya karşı da tam tersidir. Birçok kişi İzmir'i görmemiştir, içinden dahi geçmemiştir ama sever, içten içe bir hayranlık duyar, "Türkiye'nin en yaşanılacak şehri kesinlikle İzmirdir" demekten geri kalmaz. Avrupa'da da bu Prag için geçerlidir. Prag lafı geçtiğinde akan sular durur. Ankara için ise yine buraya gelmemelerine karşın bir nefret beslerler, memur kenti, ölü kent derler, özellikle denizin olmamasından çok yakınırlar, tabi bir de halkının yobaz olmasından. Ankara'da yaşasa ruhunun daralacağını, asla yapamayacağını söylerler. Tüm bunlardan dolayı Ankarayı gönülden hayran olarak seveni bulmak imkansıza yakındır. Benim sevgim ise daha çok öğrenmeyle doğru orantılı, yaşamayla ters orantılıdır. Ankara ile ilgili kitaplar okudukça, önünden geçip gittiğimiz yapıların taşıdığı önemi, barındırdığı tarihi öğrendikçe, gezip, gördükçe Ankara'ya karşı olan sevgim artmakta iken Ankara'da modern şehirciliğin hiçe sayıldığı, tamamen rant haline gelmiş projelerin yürütüldüğü, tarihin hunharca ve kasten yok edildiği, insana ticari bir kazanç olarak bakıldığı anlayışın hakim olması sevgimi azaltmakta hatta nefret etmeme dahi sebep olmaktadır. Kısacası bir yanım Ankara'ya hayranken öteki yanım nefret eder.
Bir şehri eleştirirken şehir planlaması, sosyal yaşam gibi olmazsa olmaz olguları da hesaba katarak ele almalıyız. Bunlar Türkiye'de geri planda kalır, hatta hesaba bile katılmaz. Mesela İzmir'i övme sebebimiz insanlarından kaynaklanır. Kimse düzgün bir şehir planlamadan söz edemez. Avrupayı överken de şehirlerin ne kadar mükemmel olduğunu anlatırız insanları geri plana atarak. Aslında ikisi de bir modern şehrin olmazsa olmazıdır. Toplumumuz nitelikten ziyade niceliğe önem verdiği için gelişmişliği sadece köprülere, yollara bakarak ölçüyor. Ancak bir şehrin gelişmiş olabilmesi için çevresine, tarihine duyarlı bir şehir planlaması yaparak tiyatro, sinema, park, kent ormanı gibi sosyal ve çevresel olgulara da yer vermesi şarttır. Ankara'da yol vardır, hatta şehre girerken devasa "hanedanlık kapıları" vardır, köprüler vardır, 70 günde yapılan tüneller vardır, sokaklardaki kaldırımlar 4-5 senede bir değişir, belediyeler döktüğü asfaltın metre küpüyle ne kadar iyi olduğunu vurgulamaya çalışır. Peki ya adam gibi yeşil alan, üstüne asfalt dökülmemiş tarih, düzgün işleyen toplu taşıma, halkına saygılı belediyecilik anlayışı var mıdır?
|
Berlin Metro Ağı |
|
Tokyo Metro Ağı |
|
Londra Metro Ağı |
Ankara'daki ulaşım İstanbullular için daha rahat olsa da aslında oldukça çilelidir. Sabahki iş trafiğinde Eskişehir yolunda 2 saat bekleyebilirsiniz ya da normalde 20 dk süren bir yol 1.5 saate çıkabilir. Keza akşam da öyledir. Türkiye'de trafik sorununu yeni yol yaparak çözme gibi bir alışkanlık vardır. Aslında yöneticiler de şehirciliğin nasıl olması gerektiğini biliyor ama şehirleri ormanları, doğal yaşamı hiçe sayarak büyütme gibi bir amaçları var. Yeter ki şehirler büyüsün, yeter ki pazar oluşsun ve küçük Amerika olarak duyarsızca tüketen toplum olma seviyesine ulaşabilelim. Yeni yol yapmak demek kısa vadede çözüm getirir. Trafik rahatlar, hızlanır ancak 5-6 sene sonra o yolun çevresine yapılmış AVM'ler, iş merkezleri, konutlar tekrar trafiği sıkıştırır ve yavaşlatır. Çözüm için tekrar yol yapılır bu kısır döngü devam eder. Kısacası durmadan yol yapmak tamamen niceliksel fayda sağlar. Ulaşımda niteliksel fayda sağlamak için modern şehrin tek çıkış yolu toplu taşıma, özellikle metrodur. Tüm modern şehirlerin toplu taşıması neredeyse tamamen yeraltında, trafiği sıkıştırmadan işlemektedir. Ankara'da ise bu görülmemiş ölçüde berbat ve komiktir. Mesela Törekent'ten binen bir kişi tek hat üstünde Çayyolu'na kadar gidebilmesi gerekirken Batıkent'te inip "aynı hat üstündeki" başka trene aktarma yapar bu da yetmez bir de Kızılay'da inip yine aynı hat üstünde bir başka trene aktarma yapması gerekir. Her şey günü kurtarmak adına yapıldığı için 15-20 yıl önce hazırlanan Sincan metrosunun projesi nüfusunu katlamış olan günümüz Sincan'ına yetmemektedir. Ayrıca metrolar 22.30-23.00 saatlerinde biter. Gece otobüs de yoktur. Bunun açıklaması da "Ankaralılar gece dışarı çıkmak istemiyor" diye komik bir şekilde yapılır. Yani ya 22.30'da eve döneceksiniz ya da taksi kullanacaksınız. Bir de Ankara'da anlamsız, kimsenin kullanmadığı yaya üst geçitleri vardır. Hatta Meşrutiyet ve Mithatpaşa caddelerinin kesişimindeki köprü aslında yoktur. Şöyle ki, mahkeme yürütmeyi durdurmuş ama belediye yapmaya devam etmiştir. Yani hukuken yoktur. Aynı zamanda Sıhhıye'de ki U köprü (Mithatpaşa'dan Necatibey'e dönülen), Akay Kavşağı da bu özellikleri taşıyan, hukuken olmayan ama gerçekte olan, nadir köprü-tünel türlerindendir.
|
Ankara Metro Ağı |
|
Londra - Hyde Park |
|
Berlin - Tiergarten |
Böylesine büyük bir kentin olmazsa olmazı nefes almasını sağlayacak büyük parklarının, kent ormanlarının olmasıdır. Ankara'da özellikle 60'lardan sonra aşırı ölçüde yayılan gecekondulaşmanın sonucu hava kirliliği dünyadaki en kötü 4-5 şehirden biri seviyesine çıkmıştır. Bundan dolayı şehir bir nebze nefes alsın diye 80'lerin sonunda Botanik, Seğmenler gibi parklar yapılmıştır. Ancak Ankara hala kent ormanı diyebileceğimiz büyük bir yeşil alana sahip değil. Atatürk Orman Çiftliği bunu öngörerek yapılmış olsa da şuan rant için sömürülmekte. Belediye önce bir bölümünü hobi bahçeleri adı altında kâr için açtı, ardından içinden büyük bir bulvar geçirdi şimdi ise çok büyük bir alana Başbakanlık Konutu bir başka tarafına da Ankapark yapılıyor. Tahminim özellikle Başbakanlık Konutu bittikten sonra Ankaralılar için klasikleşmiş çiftlikte kokoreç yeme keyfi de rafa kaldırılabilir.
|
New York - Central Park |
Mustafa Kemal Atatürk şehrin akciğeri öngörüsüyle çiftliği kurmuş olsa da maalesef kent ormanı kriterlerini pek sağladığı söylenemez. Çünkü geçen zaman da bakım yapılmadı, insanların dilediği gibi kullanmasına izin verilmedi, yani ilk yapıldığında neyse öyle kaldı hatta yok edilmeye başlandı. Kent ormanı demek şehrin merkezinde, insanların yürüyüşünü, sporunu, pikniğini yaptığı, şehrin stresinden arınarak rahatladığı, birçok canlıya ev sahipliği yapan devasa bir yeşil alandır. New York'ta Central Park, Londra'da Hyde Park, Berlin'de Tiergarten, Tokyo'da Shinjuku Gyoen Ulusal Parkı gibi bu kent ormanları şehrin akciğeri, yaşam alanıdır.
|
Ankara - Atatürk Orman Çiftliği |
|
Sıhhiye Meydanı - İncesu Çayı |
Ankara'nın çevresel sorunları yalnızca yeşil alanların betonlaştırılması değil, aynı zamanda nehir gibi şehre ayrı güzellik katan yerleri de yeraltına alma durumudur. Bugün ki Sıhhiye'den aslında İncesu Çayı'nın geçtiğini az kişi bilir, çünkü çay yeraltına alınmıştır. Aynı zamanda Bentderesi de yeraltındadır. Modern kentlerde bu tür çayların, nehirlerin etrafı güzelleştirilir, çevre düzenlemesi yapılır, eğer çay pis veya kokuyorsa arıtılır. Burada bir yaşam alanı oluşur insanlar çayın kıyısındaki banklarda oturur sohbet eder, şehrin ortasında suyun ruhunu dinlendirmesine izin verir. Paris'te Seine, Berlin'de Spree nehirlerini örnek vererek uzaklara gitmeye gerek yok. Eskişehir'de Porsuk Çayı tıpkı İncesu gibi kokan, çevresinden geçilmeyen bir yerken güzel bir çevre düzenlemesi sayesinde şuan herkesin fotoğraf çektirmek, gondolla gezinti yapmak için gittiği bir yer.
|
Eskişehir - Porsuk Çayı |
Bir diğer şehirleşme kriteri de yayalaştırmanın yaygınlığıdır. Şöyle bir düşünecek olursak Ankara'da Karanfil, Yüksel, İzmir gibi birkaç cadde dışında yayalaştırılmış yer yok gibidir. Modern bir şehirde öncelik sırası yayalar, bisikletliler ve taşıtlar diye giderken bizde tam tersidir. Bunun en güzel örneği belkide Ankara'daki taşıtlaştırma çalışmalarıdır. 2003 senesinde Kızılay'daki yaya trafik ışıkları, üst geçitler kapatılmış yayaların yalnızca metro altgeçitlerini kullanmaları istenmiştir. Yani yine şehircilik anlayışının tersine çalışan bir mekanizma devreye sokulmuş ancak bu konuda geri adım atılmıştır.
Son olarak Ankara'daki tarihe karşı olan pervasızlığı dile getirmekte fayda var. Tarihi şehir merkezi olan Ulus tam bir tarih katliamı merkezidir. Bu katliamın en çok yapıldığı nokta kuşkusuz Roma Hamamı'nın bulunduğu Çankırı Caddesi ve civarı olmuştur. İnşaatlar sırasında çıkan tarihi eserler durdurma kararlarına, davalara rağmen inşaatların durmasını sağlayamamış belediye umursamayarak kendi bildiğini okumaya devam etmiştir. En büyük örneklerinden biri Zincirli Cami'nin yanında park yeri çalışması sırasında çıkarılan Romalılara ait Sütunlu Caddedir. Bu cadde bulunmasına rağmen Anadolu Medeniyetler Müzesi'nin yoğun ısrarı ve kurtarma kazıları fayda etmemiş park yeri yapılmış tarihin üzerine asfalt dökülmüştür. Keşke önem verilen tek tarih 1073'te şehre giren Türkler ve sonrası diyebilsek. O bile önemsenmemiş tek düzgün yapılan Hamamönü gibi yerlerde sürdürülen restorasyon çalışmaları olmuştur. Dilerdim ki Ankara'nın tarihi merkezi tıpkı Antalya'daki gibi Diyarbakır'daki gibi "kaleiçi" gibi gezmeye doyulamayan yerler olarak kalabilseydi. Tabi bunun için artık çok geç, en azından eldekinin değerini bilmek, koruyup düzenlemek yapabileceğimiz en doğru iş olacaktır.
Ankara, Cumhuriyet öncesi 1917 yangınında neredeyse tamamen yok olmuş, o ağır savaş koşullarında nüfusu tarihinin en düşük seviyesine inmiş, altyapısız bir köy görünümünden küllerinden doğarak yükselmiştir. Yapılaşma ile birlikte göç almaya başlamış, 20 binli nüfuslardan 100 yıl geçmemesine karşın 4.5 milyona ulaşmıştır. Bunların getirdiği -günümüzün tüm sorunlarının temelinde yatan- olumsuz sonuç ise Ankara yönetiminin yalnızca bugün değil geçmişten günümüze halkına ticari gözle bakması olmuştur. Onlar için Ankara yaşanması zorunlu bir şehirdir. İster tarih yok edilsin, ister şehrin güzellikleri yeraltına alınsın, ister ormanlar katledilsin, ister her yer beton olsun yine de burada birileri yaşayacak, birileri merkezlere gidecek, tüketecek ve onlara para kazandıracaktır. Amaç para kazanma olduktan sonra neden çevreye, tarihe, sosyal yaşama önem verilip de masrafa girilsin ki? Burada bahsedilen her şey Türkiye'de ki diğer büyük şehirler için de geçerli. Aslında her biri kentlileşememiş insanlar barındıran, sayısız sorunu olan devasa köylerdir. Evet büyümüşlerdir ama kentleşme -daha önemlisi kentlileşme- sadece büyük şehirlerle sağlanamaz. Eğitimsiz yalnızca kendisini ve kendi çevresini düşünerek rant peşinde koşan, köleleştirilerek sorgulama yeteneği elinden alınan insanlar ile şehirleşme olamaz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder